26 Eylül 2012 Çarşamba

Makyaj Yapan Ölüler


Bugün nette  bir yazıyla karşılaştım.

Çok hoşuma gitti. Kitabın adını alıp uzun zamandır gitmek istediğim Başakşehir Kültür Merkezindeki kütüphaneye gittim.


Geçen seneye kadar kütüphane yoktu. Böyle de güzelmiş dahası güzel kitaplar da varmış. Bundan sonra uğrak mekanım inşallah.


Neyse gelelim konumuza. Kitabı Ali Ural'ın Makyaj Yapan Ölüler. İlk başta tanımadım ama sonra hatırladım Ali Ural'ı.

Geçen sene onun yazarlık kursuna katılmıştım. Sınıf çok düzensiz olduğu için devam etmedim ben kursa, onu da yarım bıraktım. Ders esnasında Ali Ural bir şeyler okurdu bize. Kitabı onun vurgularıyla okudum farkında olmadan ve bu gerçekten çekilmez oluyordu.

Kitaba gelince: Köşe yazılarından mı oluşuyor bu kitap emin değlim, köşe yazarı mı aslında ondan da emin değilim ya neyse... Hani gazetelerde köşelere küçücük kutucuklara sığdırılan haberler vardır ya, İşte Ali ural o haberleri almış ve onları hikayeleştirmiş, bu hikayelerden günümüze, insanlığımıza pay çıkarmış ve bunu gerçekten çok güzel yapmış. Tek olumsuz tarafı bazen çok süslü konuşmuş, bu yüzden bazen ne dediğini anlamadım.

Tamam peki normalde bu kadar kötü anlatmam ama bu sefer beceremedim sanki, ama gerçekten nasıl anlatacağımı bimiyorum. Siz en iyisi aşağıdaki yazıyı okuyun, sonra gidin kitabı okuyun.

***


-Çocuğunuzun şikayeti nedir ?
-Ağlamıyor!!

Doktor çocuğun annesine 'Herkes ağlayan çocuğunu getiriyor! Sen niye geldin!' demedi.Ağlayamamanın ağlamaktan daha önemli bir belirti olduğunu bildi.Küçük bedenin her milimetre karesinin fotoğrafını çekip, onlarca test ve tahlil yaptırdıktan sonra üzgün bir ifadeyle 'Beşinci Tip Kalıtsal Duyusal Otonom Nöropati!' dedi.

Bir hastalığın adının dahi hasta yakınının ruhunda fırtınalar kopardığını hangi doktor bilebilir! Keşke hastalıkla
rın çözümsüzlüğü çağrıştıran karmaşık adları olmasaydı. Keşke üç yaşındaki kız çocuğu Gabby Gingras, düşünce ağlasaydı.

Elini, dilini çiğneyip kanatan, plastik oyuncaklarını ısırırken dişlerini koparan, gözlerine soktuğu parmağıyla korneasını yırtan Amerikalı Gabby Gingras tedavisi olmayan hastalığı yüzünden acı duymuyor, beynine ağrı sinyali gitmediği için kendine zarar veriyordu.ABD'de aynı hastalığı çeken bir çocuk, elini sobanın üzerine koymuş, annesinin duyduğu et kokusuyla yanmaktan kurtulmuştu.

Ateşin yakıcı etkisini hiç tatmamış bir çocuk doğal olarak ateşten korkmuyordu.Yandığı zaman ağrı duymuyor ya da ne duyduğunu anlamıyordu.Serbest sinir uçlarından çıkan uyarılar, sinir lifleri aracılığla omuriliğe iletilebilseydi, ağrı treni istasyona varacak, çocuk yanan elini sobadan çekecekti.

Ey kutsal ağrı!

Saklandığın yerden çık! Yalnız kendimizi değil, çevremizi de yakıp yıkıyoruz! biz acı duymayanlar ahalisi, akan kanımızı boş gözlerle, bir nehir gibi seyrediyor, kopan ayağımıza vitrinlerden ayakkabı beğeniyoruz.

Ey kutsal ağrı!

Biz böyle olsun istememiştik. Canımız yanmasın diye ektiğimiz haşhaş tarlaları üzerinde, binlerce çıngıraklı yılanın dolaştığı, ama çıt çıkarmayan saraylar inşa ettik. Ağrımayan başımıza, ışıldamayan binlerce gözle süslenmiş taçlar giydik. Mazlumların seslerini yalıtmak için, ahşap pencerelerimizi plastik pencerelerle değiştirdik.

Ey kutsal ağrı!

En büyük ağırlıkları taşımamızı sağlayan derin,t uzlu suda yüzmek için daha ne bekliyorsun! Suyun kaldırma gücünü artıran tuz değil mi? Tuzlu, yani acı suda yüzebilir, ruhun ve bedenin dünya tartılarıyla ölçülemeyen ağırlıklarını o saydam gemiye yükleyebilirsin.

Ey kutsal ağrı!

Sor en son ne zaman ağladık! Her gün ama her gün gazetelerimizin sayfalarını yakmayan o soğuk ateşlerle, bedenimizin ve ruhumuzun duyarlılığını nasılda kundakladık! Artık hiçbir cinnet, cinayet, gasp, tecavüz ve işkence etkilemiyor bizi Komşumuzun evinden yükselen alevler dokunmuyor evlerimize. Madenciler yerin yüzlerce altından cevherleri çıkarta dursun, hiçbir haksızlık gözümüzden bir damla yaş çıkartamıyor.

Ey kutsal ağrı!

Gel ve sessizliğimizi boz. Kulakları sağır etsin çınlayan sesin! Başımızdaki tacımızı ağrıdan bir çelenkle değiştir!

...

Çocuk ellerini sobanın üzerine koymuş, annesinin duyduğu et kokusuyla yanmaktan kurtulmuştu.
Acı çekmeye başlamazsak yanmaktan kurtulamayacağız.

A.Ali Ural / Makyaj Yapan Ölüler








3 Eylül 2012 Pazartesi

off hayat çok zor



Bu gün bir şey oldu. Abim bizi üzdü. Elinde olmayan sebeplerden dolayı belki de...

Bilmiyorum...

Ben de ona bizi üzdüğünü ve bunu yapmamasını belirttim. O da bunun kendi elinde olmadığını, kendisinin de üzgün olduğunu belirtti.

Evet gerçekten üzgündü. Benimle konuşurken yüzünde bezgin bir ifade vardı. Çiğdem diyordu ben konuşurken

"çiğdem... çiğdem... çiğdem..."

ama ben konuşmaya devam ettim

"ben farkında değil miyim, o yüzden moralim bozuk, o yüzden böyle çıkıp gidiyorum."

Şimdi bu daha çok üzdü

Abilerimi üzgün görmekten hoşlanmıyorum, buna dayanamıyorum

Arada kaldığını anladım, arada kalmak çok kötü bir şey. İnsana kendini berbat hissettirir.

İnsan bazen kırmakla kırılmak arasında kalır. Ben bu gün kırmayı tercih ettim. Şİmdi haklı olduğum halde vicdan azabı çekiyorum.

Ama abim hem kırmakla kırılmak arasında, hem de ne yaparsa yapsın kıracağı birileri olacağı için hangi tarafı kırıp kırmayacağı arasında kalmış.

Kendi doğrularını orataya koymasını, kötü adam olmayı göze almasını istiyorum. Kimseye karşı değil kendine karşı dimdik olsun istiyorum.

Abim seni seviyorum. Ve hep böyle mütevazi gülümse istiyorum.




28 Ağustos 2012 Salı

nişanlılıkla ilgili...

Alyans takılırken bir de nişanlı olma kılavuzu verilmeli gelinlere.

İçinde ne zaman ne yapılması gerektiğiyle ilgili prosedürler olmalı,

Zira çok karışıyor insanın kafası.


Daha önce şu yazımda çok güzel şeyler söylemişim bu durumla ilgili :)
Biraz da olumsuz daha doğrusu insanın yani aslında gelinin kendini garip hissettiği durumlardan bahsedelim.

Yukarıda da dediğim gibi bazen çok karışıyor. Sadece kafa değil, her şey...

Kendini ne bu aileye ait hissediyorsun, ne o aileye. Bazen karşı tarafla yakınlaşıyorsun ve aileni dışladığın hissine kapılıyorsun, işin kötüsü hissediyorlar da. Bazen karşı tarafa bir adım atmıyorsun ve kendini sorumsuz, ilgisiz kötü hissediyorsun.

Bazen karşı taraf sadece seninle ilgileniyor ve ailen kendini dışlanmış hissediyor.
Oysa bazen ailen de sadece damatla ilgileniyor ve diğer aileyi dışlıyor.
Normal olan bu olduğu halde, sen bunun için çaresiz hissediyorsun.


Bir yandan ailene, onların hep özel olduğunu, hiç ihmal edilmeyeceklerini ve bu evden çıksan bile ilginin alakanın kesintisiz devam edeceğini hissettirmek, bir yandan karşı tarafa onları benimsediğini, sahiplendiğini, sevdiğini, saydığını ve kendi ailene ettiğin muameleyle muamele edeceğini hissettirmek... Bunlar gerçekten zor şeyler.


Bazen sen geleneksel kılıfa uymaya çalışıyorsun. Öyle olmaya çalıştıkça sen sen olmaktan çıkıyorsun, kapana kısılıyorsun.

Bazen kendini çaresizce sevdirmeye çalışıyorsun. Bu yüzden kendine saygını yitiriyorsun ve sen de kendini sevmemeye başlıyorsun. Çırpındıkça daha beter dibe batıyorsun.

Tanımadığın insanlara karışıyorsun, yargılar oluşturuyorsun şahıslarla ilgili. Bazen hayal kırıklığı yaşıyorsun, bazen ummadığın iyiliği buluyorsun.


Tüm bu zorluklar orta yolu bulmaktan kaynaklanıyor tabi. Bu durumu atlatmış insanlara bakıyorum. Kimse bunlardan bahsetmemişti. Bazı arkadaşlarım baştan karşı tarafla ilişiğini kesmiş, dolayısıyla çabalamıyor. Bazılarında mesafeler var eşit yakınlıkta değiller zaten. Bazılarındaysa nişan-söz dönemi kısa sürmüş bunları yaşayacak zamanı olmamış.


Ama ben yaşıyorum,

ve ben kendimden vazgeçmek istemiyorum

9 Ağustos 2012 Perşembe

Amr Diab - Osad Einy (Cover By Alaa Wardi)


müzik ve ses mühendisliği diye bir bölüm varmış dünyada bir yerlerde böyle öğrencileri olan

22 Temmuz 2012 Pazar

ben köleyim

bu filmi izleyin

filmin akıcılığı ve sahneleri aman aman değil

ama konusu itibariyle güzel farklı bir soluk
kendinizi verirseniz sıkılmazsınız

ben zevk alarak izledim

filmi izlerken kafamda Bilali Habeşinin sözleri yankılandı

"özgürlük aklındadır
özgürlük kalbindedir
özgürlük ruhundadır
onların sen köle olduğuna inandırmalarına izin verme"


 film sudanda kabile saldırılarından birinde esir alınan kızlardan maria'nın köle olarak satılmasını ve geri kalanı anlatıyor

 filmde kötü var, kötünün daha az kötüsü de var.
filmde iyi ver, biraz daha iyisi de var.

ama filmde bir baba var kızını aramaktan hiç vazgeçmeyen, onu koruma sözünü tutmaya devam eden, çaresizliğin onu ümitsizleştirmesine, güçsüzleştirmesine izin vermeyen, güçlü, çok güçlü bir baba var

bir de siyah tenlilerin yüzlerinde ki o vahşi asalete bir kez daha hayran kaldım
Rabbim güzel yaratıyor



12 Temmuz 2012 Perşembe

eyy

problem nerde kalbim?
ben sana demedim mi göğüs kafesimin arkasında dur çıkma bir yere diye?
iki kahkaha attın diye güçlü mü sandın kendini, kırılmaz mısın sandın?
sen mi beni dinlemiyorsun da gidip kendini kırdırıyorsun?
yoksa ben mi sana sahip çıkamıyorum?

ey aklım senin suçun mu bu?
niye gittin uzaklara?
gelmek için hala neyi bekliyorsun?



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...