27 Eylül 2011 Salı

okulda ilk gün

 Okuldayım, bilgisayar dersinde. Her zamanki gibi geç kaldım ve hocadan uyarı aldım. Sanki geçen hafta iki gün dersi iptal eden kendisi değilmiş gibi.
  Ortam soğuk. Bir kızla tanışmıştım perşembe günü: Sevgi. Onunla haberleşmiştik şimdiye kadar çok utanç verici biliyorum ama ben onu tanıyamadım. Bende yüz tanıma hastalığını söylemiştim daha önce değil mi?

 Evet ilk dersen öğrendiğimiz: Hocamızın ne kadar zeki olduğu!!

 Bir de anatomi hocası vardı. O ayrı bir vukuat zaten. Hoş tatlı biriydi ama kadın ders anlatmaya başladı yüzünü tahtaya döndü ve bir daha ders bitti deyinceye kadar arkasına bakmadı.
 Not tutanların bile dersi dinlediğine inanmıyorum.

11 Eylül 2011 Pazar

Cezmi Ersöz "Kafka Market"

 Uzun zamandır kitap yorumu yapmıyorum. Blogda sadece 2 kitap yorumunun olması vicdanımı sızlatmıyor da değil. Burada yorum yapmak çok da önemli bi mesele değil ama ben çok unutkan bi insanım. Nasıl anlatsam günlük hayatımda değilim ama bu tarz fikirsel düşünsel konularda unutkanım. Mesela isimleir unuturum, yüzleri unuturum ama ocağı açık unutmam, anahtarı kapının üstünde unutmam. Kitaplarda da durum böyle unutuyorum. Çoğunlukla gelirler ya sen bi kitaptan bahsetmiştim şöyle şöyle demiştim. Zorlarım biraz evet anlattığı olayın ne zaman olduğunu öyle söyleidğimi bi süre sonra hatırlarım ama kitabı bi türlü hatırlamam. Heleki kitap üzerinde birileriyle oturup konuşmamaışsam.

  Bu sabah kitaplığa baktım. Okuduklarımla okumadıklarımı ayırdım. Okuduğumu bilidğim kitapların hemen hemen hiçbirini hatırlamıyordum. Çok değil en fazla 2 yıl olmuştur okuyalı. Doğrusunu söylemek gerekirse bazılarını okuyup okumadığımı anlamak için kitabın eskimişliğini kontrol etmem gerekti. Bu durumdan rahatsız oluyorum. O kitapları okuduktan sonra unutmak istemiyorum. Zamanı geçiştirmiş olmak için okumak istemiyorum. Okurken o şekilde okumuyorum ama okuduktan sonra unutunca öyle olmuş oluyo. Bu yüzden bloga aktarmada daha hassas davranmayı düşünüyorum.

  Önceki kayıtta elimde Kafka Market olduğunu söylemiştim. Bu gün bitti. Kitap nedense yol kitabı oldu benim için. Otobüste geçen zaman içinde tükettim kitabı. Genelde yolda başlarım ama bitiirnceye kadar bırakmam. Bunda öyle olmadı. Herhalde öykülerden oluştuğu için. Kitap sanki bir blog okuyormuşsunuz hissi veriyor. Emin değilim belki de köşe yazılarıdır. Bazıları deneme bazıları ropörtaj bazılarıysa anı. Bazılarında sıkıldım ama genel olarak hoş güzel çerezlik bir kitap.

 Sevdiğim bölümlerin başlıklarını aktarayım:

 *Yeşilçamın perde arkası detayları
 *Kafka market
 *İstanbulda karlı bir günde işe gitme kahramanlığı
 *Zorbaya  zorba dediği için
 *Sınıfta kalanlar tarihi
 *İyi geceler sevgilim. Elveda değil
 *Taşrada demokrat olmak çok zor
 *Yeryüzünde hiçbir tanrı futbol tanrısı kadar sevilmedi
 *Bank 24, nasıl aldıysan ver şu maaşımı!!!


 Ve kitaptan bi alıntı. Son yazılardan birinde. Cezmi Ersöz her gayin alınmadığı özel bir bar sahibiyle ropörtaj yapıyor.
 .....
 -Kafsı çalışmayan, kültürsüz, asosyal eşcinsel olamaz mı?
 -Olabilir. Ama kendi varlığını ortaya koymak zorunda. Daha çok sosyal olmak zorunda Bu diğer zınlıklar içinde böyle. Ezildiklerini hissettikleri oranda, daha güçlü bir yapıya gelmek için çaba sarfediyorlar.
....

10 Eylül 2011 Cumartesi

otobanda dehşet!!!

 Bu sabah sınavım vardı. Bindim gideceğim yerin otobüsüne. Açtım kitabımı okumaya başladım. Cezmi Ersöz var şu ara elimde "Kafka Market". Kitap ne kadar akıcı olsa da artık çevreyi görebildiğimi hatırlayınca kapatıp çevreyi izliyim dedim. Çünkü gözlerim 2,5 derece miyop. 1,5 yıldır lens kulanmıyorum ve gözlükleri de yalnızca tv izlemek için kullanıyorum. Ki o da 4 ay önce kırıldı :( ben anca lens alabildim. Dünyaya yeniden gelmiş gibiyim. Miyop olanlar bilir, gözlük ve ya lens kullanmaya başlayınca yeşil daha bi yeşil mavi daha bi mavidir, her şey çok daha canlıdır.

 Neyse ben daha fazla dağıtmadan hikayemize döneyim. E4'te otobanda ilerliyoruz Bağcılar yan yola girmemize çok az kalmış. Kafamı cama dayamış net görebilmenin sevinciyle etrafı seyrediyorum. Otobüs gayet sakin ilerliyor. Hem şoför hem yolcular gayet sakin. Kimsede bi telaş yok. Birden dışarıdan bi korna sesi geldi ama o kadar uzun sürdü ki ben kafamı kaldırdım nerden geliyo bu ses diye bakınmaya başladım. O esnada tam benim tarafta otobüsün sol yanına gri bir doblo geldi. Kornayı çalan oymuş. Arabanın şoförü Kurtlar Vadisindeki Memati'ye benziyordu. İçeriden kafasını uzatıp bizim şöföre bağıra çağıra bir şeyler söyledi. Bizim şoför bişey söyledi mi bilmiyorum, ben duymadım. Acaba aralarında ne tür bir husumet geçmiş diye düşündüm. Şoförün yüzünü hatırlamaya çalıştım genç biriydi. Kesin dedim namus mevzusu. Ama yok yok pek öyle çapkın birine benzemiyodu. Belki de alacak mevzusudur.
  Araba bizim otobüsün önüne geçti. Konu kapandı sandım. Başka korna sesleri gelince ön tarafa dikkatli baktım ki otobüsün önünde bi sağ bi sol yapıyo. Derken bizim otobüs ani bi fren yaptı öyle ki ayaktaki yolcularla birlikte biz oturanlarda ileri doğru atıldık. Şoför durdu ve ön kapıyı açtı. Eywah dedim hır çıkacak, bana mı denk geldi sınav var yaa. Yanımdaki kadın

 -Yuh sopaya bak, dedi

*fotoğraf nette bir habere aittir
 Bi baktım arabadaki adam arabadan çıkmış elinde yaklaşık 60 cmlik demir bir sopayla bizim şoförün camına geldi. Sopayı sallaya sallaya bir şeyler söyledi. Ön kapının açık olduğunu farkedince çıldırmış gibi oraya koştu. Öldürecek dedim. Herkes aynı şeyi düşünmüş olacak ki aynı anda erkek yolcular da ön kapıya doğru hucum ettiler. Adam direk içeri dalıp sopasını şoföre vurmak üzere kaldırdı. Neyse ki yolcular yetişmişti. Tuttular adamı. "Hop hop ne oluyo" dediler. Adamın sesi kalın ve kısıktı ne olduğunu anlamadığım bir şeyler küfürler etti. O esnada bizim şoför de ayağa kalkmıştı o da 2 metre vardı herhalde otururken hiç de öyle durmuyodu oysa. Şoför şaşkın ve sakindi. Neyse ki aklı başındaydı da gereksiz kahramanlıklar göstermedi

 -Tamam özür dilerim ben, dedi ve bunu duyan adam da hiçbir şey demeden çıkıp gitti. Ben arkasından bakakaldım. Yanımdaki kadın

-Sobası da ne büyüktü haa, diyince kendime geldim ve ağzımın açık olduğunu farkettim. Kadın da sırf sopaya takılmış.

  Olay sonrası olayla ilgili otobüste geçen tek konuşma bu oldu. Ayıptır söylemesi gerek şoförüyle gerek yolcularıyla çok cool bir otobüstük ;) Hiç kimse bişey söylemedi olay yaşandı, bitti ve geçti.

 Şimdi mevzunun ne olduğunu şoförle adam arasındaki husumetin ne olduğunu merak ediyorsunuz değil mi?

 -Önüme geçti şerefsiz!!!!

  Şuan bu yazıyı yazarken öyle korkuyorum ki. Yazıp yazmama tereddütteydim. Hatta yayınlayıp yayınlamamakta da kararsızım. Olmaz ya denk gelir okur, peşime düşer beni bulur sopasıyla gelir diye. Öyle ya yapar mı yapar. Yapmaz mı?

ahh şu sınavlar!

  Çılgınlar gibi ders çalıştım. Herhalde Aöf sınavı için ilk kez bu kadar çok çalıştım. Aaa bi keresinde çalışmıştım amma o gün de sınava yetişememiştim. Umarım geçerim derslerden zira artık lisans diploması almaktan umudumu kesmiş vaziyetteyim. Sadece önlisans diploması almaya razıyım. Kaçıncı senem olduğumu ve kaçıncı sınıfta olduğumu herkesten saklıyorum utancımdan.....
 Buna rağman  dün öyle bir gaflette bulundum ki! Şöyle anlatayım hemen:

  Maalesef evimizde yazıcı yok. Aslında yazıcımız daha doğrusu yazıcılarımız var ama kartuşları yok. Abimler yazıcıda kartuş bittiğinde gidip karttuş alıp takmakla uğraşmak yerine yeni yazıcı almak gibi bir mantık geliştirdiler de. Sınav giriş kağıdım elime ulaşmadığı için Zeynep'i (ablam olur) iş yerinden aradım sınav giriş belgemi çıkarır mısın dedim. Doğal olarak şifremi vermek zorunda kaldım. Tabi orada geçmiş dönem ve geçerli dönemdeki tüm sınav bilgilerim yer alıyo. Bunu tam da telefonda şifremi verirken farkettim sesim değişti yavaşladı, sesim kısıldı:

 -Ne? Ne dedin anlamadım, dedi.
 -Neyse neyse ben hallederim sen uğraşma

 diyecek oldum mübarekte öyle bir yardım etme mekanizması var ki israrla

-Ben çıkarırım, dedi dedi ve dedi.

 "Acaba notlarıma bakmış mıdır?" diye ben binbir telaş düşünedurayım "O kadar iş gücün içinde nasıl baksın canım" diye kendi kendimi teselli ettim. Hatta şifremi verip telefonu kapattıktan sonra o aradı ve ben korkumdan telefonu açamadım. Üstelik öyle rezil durumdaydım ki gidip telefonun fişini çektim hane halkı da açmasın diye.

 Korkunun ecele faydası yok. Akşam ablam geldi. Balık getirmişti onu yapmakla uğraşıyordu. Bişey söylemedi bana. Ben de galiba bakmamış diye seviniyodum. Sert bir ses tonuyla

-Sen bu gün ders çalıştın mı, diye sordu

  Dünyam başıma yıkıldı. Elim ayağım boşaldı anladım ki bakmış.

-hı hı, dedim.

 Dedim ama sesimi ben bile duymadım. Üstelemedi başka bişey demedi. Ama ne deddiğimi o da duymadı ki 1-2 saat sonra tekrar sordu ve ben bu kez yüksek sesle yalan söylemek zorunda kaldım.

 Çocuklara ders çalışın derken benim çalışmamam kadar ikiyüzlü başka bişey yok herhalde. Kendimden utanıyorum!!! Eğer buradan bu yazılanları okuyorsan Şeyma Ruken sana sesleniyorum:

  Zaten benim de tüm çabalarım benim gibi olmayasınız diye. (Sadece ders çalışma açısından söylüyorum yoksa ne kadar muhteşem olduğumun farkındayım) Keşke bana da benim size yaptığım gibi mükemmel uyarılar ve yönlendirmeler yapan, kendi yetenek ve zekanızı harcamanıza mani olaya çalışan muhteren birileri olsaydı da sizin gibi şanslı azınlıktan olabilseydim. Bak Zeynep'ten dolayı nasıl çalışıyorum nasıl yararıma oldu bu olay.

 Hem ayrıca ben çalışıcaktım. Gerçekten!!! Hatta bilgisayarın ekranında bile e-öğrenme portalı açıktı ama taze gelin Mehtap geldi ve evde onunla ilgilenecek başka kimse yoktu. Bende yalnız kalmasın diye onunla ilgilendim sonra da akşam oldu zaten.


Not: Aslında ben otobandaki psikopatı anlatmak için başlamıştım yazıya. Ama nereden nereye... Bi dahaki posta artık

9 Eylül 2011 Cuma

yapılacaklar listem




 Bu sene yapmayı planladıklarim şunlar:
*Ney öğrenmek
*Bisiklet sürmeyi öğrenmek
*Kürtçe öğrenmek
*Zazacayı akıcı konuşabilmek
*İngilizceyi hiç olmazsa konuşulabilir seviyeye getirmek
*İşletme önlisans diploması alabilmek
*"Fi Zilal'il Kuran"ı bitirebilmek
*Said Nursi'nin Sözler, Mektubat ve *Lemaları bitirebilmek
*Karikatüre tekrar başlamak

  Sanırım bunları yapabilirsem bana yeter.

8 Eylül 2011 Perşembe

tartı tartı söyle bana!



52.4
bugün tartı bunu gösterdi
burada hiç söylemedim ama uzun zamandır kilo almaya çalışıyorum
bu yaz 5 kilo falan verdim ve her zamankinin aksine geri alamadım
kemiklerim de iyice belirginleşince korkmaya başladım
ama bugün gördüğüm manzara karşısında çabalarımın sonuç vermeye başladığını düşünüyorum :)

geçenlerde başta kilo alma ollmak üzere belli rahatsızlıklarımdan bahsedince bu işlerden anlayan bi ablamız troidime baktırmamı söyledi
açıkçası doktora gitmek istemiyorum ama hemen olmasa da kendimi hazır hissedince gidip baktırmayı düşünüyorum

6 Eylül 2011 Salı

Bazen gözyaşın suya karışır



-Efendim

-Alo tevrat, napıyosun?

-Hiç teyze napim işten yeni geldim, banyodayım birazdan duşa giricem.

-:) Sizin evde de bi tek banyoda düzgün çekiyo.

-:) arada ses kesiliyo yine. Sen napıyosun?

-Sabriyedeyim, Nesim de geldi bi ariyim dedim seni.

-İyi yaptın. Ben de işten arkadaşla yürüyerek geldim eve. Terden mahvoldum nasıl utandım bilsen:)

-:)

-Zaten onunla da rahat 5-6 ay görüşemeyiz. Herkes kendi okuluna...

-Yarın çalışıyo musun?

-Evet yarın çalışıcam, çarşamba da çalışıcam, perşembe de Çoruma gidicem. Bi kaç gün kalıp geri
gelicem.
-Hmm..
-Eee anlat bakalım sen napıyosun?

-Ben de yarın kayda gidicem.

-Aaa teyze!!! Yarın 6 Eylül mü?

-Evet

-Ya teyze neden hatırlatmadın bana?! Ben unutmuşum.

-Hatırlattım aslında: bayramda konuştuk, salı günü dedim, yetişemeyeceksin bana dedim. Sen de dedin ki yoo izin günümü o gün kullanırım. Sonra biz Cuma günü size geldiğimizde sen izin kullanmıştın artık.

-Olsun o geçen haftanın izin hakkıydı. Ben unuttum teyze! Keşke hatırlatsaydın.

-Napalım artık

-Eee kiminle gideceksin?

-Tek başıma

-Ya teyze ben gelemem. Yarın başka bi kız izin kullanıcak.

-Tamam

- Teyzeee

-...

-Teyzee!

-...

-Alo! Teyze!

       Bazen gözyaşın suya karışır


4 Eylül 2011 Pazar

mutlu sabahlar!!!

  Sabah olur uyanırsın. Yatakta ahh pardon 7 odalı evde bi odan bi yatağın yoktur sığıntı gibi salonda çekyatın üzerinde yatıyorsundur.Canın sıkılır. 5 metre ilerde duvarda asılı saate bakarsın. Bişey göremez gözlerinin 3 derece miyop olduğunu hatırlarsın. Canın sıkılır. Gözlerini olabildiğince kısıp görmeye çalışırsın. Tam saatin kaç olduğunu anlarsın ve hatırlarsın ki saat yaklaşık bir aydır orada bozuk olarak asılı durmaktadır. Canın sıkılır.

  Yatakta kalırsın. Zaten kimse uyanmamıştır, zaten yapıcak bi işin de yoktur, yatakta oyalanırsın. Sonra hatırlarsın bu hafta sonu sınavın vardır çalışman gerekir.Canın sıkılır. Nihayet kalkmaya karar verir laptopa bakınırsın. Görürsün ki Şeyma Ruken "49 Days"i izlemektedir. Aslında o diziyi sen izlemeye başlamışsındır bu evde sen kefetmişsindir. Gece izleyecek eğlenceli bişeyler olmayınca diziyi anlatır izlediğin bölümü sırf onlar için tekrar izlemeye başlarsın ve uyuyakalırsın. Ama onlar uyumadan saatlerce izlemeye devam ederler. Sabah olduğundaysa sana senin dizi anlatmaya başlarlar. Kendini ihanete uğramış hissedersin. Canın sıkılır. Kore dizilerinin o capcanlı renklerini ekranda görünce yumuşarsın oturur izlemeye başlar Ş. Rukenin seni yönlendirmesine izin verirsin. Hatta ders çalımanın o kadar da gerekli olmadığı noktasında kendini kandırırsın.


  Kendini ekrana vermeye çalışırken annen gelir bi tanıdığın bahsettiği duayı anlatmanı ister. Oğlunun evlenmeyi kabul etmesi için elinden ne geliyosa yapmaya kararlıdır. Açarsın okuyacağı sureyi anlatırsın neler yapması gerektiğini. Fakat heyhat boy abdesti alması gerekir. Söylersin zazaca yıkanması gerektiğini zaten banyo yaptığını söyler. Ama olmaz dersin bu abdest. Abdest de aldım zaten der. Öyle değil dersin. Sonra zazaca boy abdestini nasıl anlatacağını bilememnin çaresizliğiyle çırpınırsın. Hayızdan girer başka bişeyden çıkamazsın. Ve sonra anlarsın ki aslında anlamıştır ne demek istediğini sadece senin çaresizliğinle eğleniyordur. Canın sıkılır gibi olur ama yaramaz ihtiyar der geçersin.

  Mekan değiştirir izlemeye devam edersin. Nihayet hane halkı uyanmaya başlar. Annen gelir işini nasıl yaptığını başından geçen maceraları anlatır ve gider. Tekrar ekrana dönersin geri gelir kahvaltı hazırlayın der. Canın sıkılır. Kahvaltı hazırlamayı sevmezsin. Yani aslında seversinde geçiştirilecek birşey olarak görmediğin için her zaman hazırlamayı sevmezsin.

  Hazırlamama hakkına sahip olmadığını düşünür. "gağğ gızz" der paşa paşa mutfağa gidersin. Dolabı açarsın ki içinde kahvaltılık pek bişey oladığını görürsün. Canın sıkılır. Sonra utanırsın şükret dersin peynir, zeytin neyine yetmiyo, tereyağla bal da var daha ne olsun. Yine de patates kızartayım dersin. Ocağın hararetinin çok az olduğunu hatırlarsın. Canın sıkılır. Kızartma yapana kadar canın çıkacğını bilirsin ama vazgeçmezsin. Daha ince çabuk ısınan bir tava bularak zeka parıltıları gösterirsin.

 Annen gelir ekmeğin olmadığını söylersin. Hayır dolapta var der. Canın sıkılır. Donmuş ekmekten bayat ekmekten kötüdür dersin. Annen bayat da var der. Bana alternatif olarak sunar.

 Kahvaltıyı terasta yapmaya gerek yok mutfaktada yapabilirsin der yer sofrasını kurarsın. Yavaş yavaş koyarsın tabaklara e posta posta patatesler de kızarıyodur. Ocak da hiç fena değildir. Derin bir nefes alır tamam dersin bu gün güzel bir gün. Ş. Ruken gelir yardım eder. İyi kız bu kız dersin. 7 kişi olduğunuzu hesaplar yer masasının yetmeyeceğine kanaat getirip terasta yemeğe karar verirsin. Ş. Ruken oradaki masayı hazırlamak için çıkar.

  Sen patatesleri kızartma devam ediyorsundur. Tırşıkı da tabaklara koyarsın. Zeynep gelir içeri. Saçları dağınık üstü başı özensizdir. Niye böyle paspal bu kız dersin. Dolabı açar kahvaltının hazırlandığını bile bile ne arar ki bu dersin. Sonra o dağınık saçlarını dolabın içine soktuğunu görürsün. Canın sıkılır. Bişey demezsin. Sonra raftan temiz bardak çıkarır zaten dışarda olan su şişesine rağman yeni su şişesi çıkarır suyunu içer. Ekmekten bir lokma koparır ve tırşıktan kocaman bir lokma alır. Sonra çıkar gider. Arkasından bakarsın. Bardağı su şişesi olduğu gibi bırakmıştır. Sonra güveç tabağına bakarsın. Tabak artık temiz değildir Koca bir lokmanın izleri duruyodur köşesinde. Canın sıkılır. Bu kız da estetik sıffır sıffır sıffır dersin

  Her mutfağa girdiğinde gerek bulaşık gerek yemek. Ne yaparsan yap işin bi ucuna karışıp seni deli eden ablan Sultan gelir. Her zamn ki gibi hiç bir yardım amacı gütmeden sadece burnunu sokmak adına inanılmaz bir dürtüyle gelir bal kasesinin üzerine bal ekler ve gider. Oysa o bal kasesinin içinde ki bal tozlanmıştır ve sen o yüzden üzerine eklememişsindir. Canın sıkılır. Ama olan olmuştur.

  Şeyma gelir. Ona patlar Niye bu kadar geç indin aşağı dersin. Canı sıkılır. Terbiyesini bozmaz efendice cevap verir. Sevmediğin bir sofrayı sermiştir masaya ve sen kızar beyaz örtüyü ararsın. Tabi ki bulamazsın. Canın sıkılır. Bu kez kızarsın.

  Bi şekilde bulunur sofra istediğin gibidir. Aşağı inersin. Zeynebin kocaman lokmasının koca lokması karşında tabaktadır. Canın sıkılır. Bilirsin daha çok canın sıkılmaya devam edecektir.

  Kahvaltı yapmamaya karar verirsin. Otursun laptopun başına blogu açar yazmaya başlarsın. Yazdıkça sakinleşirsin. Sonra Ş.Ruken kahvaltısını bitirip gelir. Sana bişey isteyip istemediğini sorar. Canın sıkılır. Ona kötü davrandığın için kendini kötü hissedersin.

 Ş.Ruken sana kavun dilimleyip getirir. Yersin, yazarsın, rahatlarsın. Bu gün güzel bir gün dersin.

 Geri kalan hane halkı da kahvaltısını bitirmiştir. Sultan aağı iner mutfağa girer geri çıkar. Kızmaya başlar: hepimiz patates kızartıyoruz kimse o ocağı o halde getirmiyo yağdan batırmışsın orayı. Canın sıkılmaz sinirlenirsin. Ve bu kez cevap verirsin: tatminsizsin sen eline sağlık falan der insan.  O konuşmaya devam eder sen kapıyı çarparsın
 
  Sultan yukarı çıkmıtır zaten. Tekrar aşağı iner:

  -Tatminsizim haa köpek bile kirlettiği yeri temizler!!
  -Sen var ya sen kötüsün kötü!!!



 Evet işte bu benim bir sabahım. Herkese Günaydın!!!


1 Eylül 2011 Perşembe

şeytan tüyü

  Size Tevrat'la ilgili bi durumdan bahsetmiştim benim bile okuyamadığım şu uzuuun kayıtta.

 İşte nihayet Tevrat dün çocukla görüştü. Tabi benim esas ilgilendiğim ve buraya aktaracağım olay bunların hikayesi. Daha önce anlatmıştım ama bazı yanlışlıklar var ve o kadar hoşuma gitti ki özellikle bir kayıt açmak istedim ona.

 Hikayemiz geçen sene başlar:

 Bizim kız geçen yaz yaz tatilinde Tekbirde çalıştı bu yaz olduğu gibi. Bu çocuk  geçen sene arkadaşlarıyla bir sohbetten çıkmış bulunmaktadır ve artık etrafta adam akıllı kız kalmadığından hele kapalıların iyice cıvıttıklarından doğru düzgün birinin kalmadığından bahsediyorlarmış. Birebir sözleri değil kendimce bazı gerekli :) eklemeler yaptım. Tam o esnada Tevrat işten çıkmış başı önünde efendice yürüyormuş ki Barış onu görmüş ve İşte böyle olmalı bi kız demiş kendi kendine. Ve olay orda biter.

 Gel zaman git zaman aradan tam bir yıl geçer. Barış bu yaz Tevratı markette görür ve aa bu o kız demiş. O bu düşüncelerle cebelleşedursun tevrat kayıplara karışmış.

 Ve günlerden bir gün Tevrat Barışın çalıştığı dükkana para bozdurmaya gider ki çocuk "bu kadar tevafuk olamaz bu kız benim kaderim olmalı" der ve gerçekten de işin peşini bırakmaz.

 Tevratın başına bu tarz olaylar pek çok kez geldi. Kendisindeki sempatinin hala farkında değil ve bu da onu daha candan yapıyor. Öyle ki şimdiye kadar ben tevratı tanıyıp hatta karşılaşıp da "ayy ne tatlı kız" demeyen birini görmedim.

 İşte bu çocuktan sonra Tevrat geldi ve bana kimsenin daha önce kullandığını ve kullanacağını sanmadığım şu nadide cümleyi kurdu:

 -Ben anladım teyze bende şeytan tüyü var!!!

sıkıldım





 Bayramın 3. günündeyiz ve bayram hiç bayram gibi değil

 Benim Bayramların hep kışa geldi. Böyle günlük güneşlik yaz bayramları bana göre değil. Ev gezmelerini severim ben bu havalarda olmuyo bu.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...