26 Eylül 2012 Çarşamba

Makyaj Yapan Ölüler


Bugün nette  bir yazıyla karşılaştım.

Çok hoşuma gitti. Kitabın adını alıp uzun zamandır gitmek istediğim Başakşehir Kültür Merkezindeki kütüphaneye gittim.


Geçen seneye kadar kütüphane yoktu. Böyle de güzelmiş dahası güzel kitaplar da varmış. Bundan sonra uğrak mekanım inşallah.


Neyse gelelim konumuza. Kitabı Ali Ural'ın Makyaj Yapan Ölüler. İlk başta tanımadım ama sonra hatırladım Ali Ural'ı.

Geçen sene onun yazarlık kursuna katılmıştım. Sınıf çok düzensiz olduğu için devam etmedim ben kursa, onu da yarım bıraktım. Ders esnasında Ali Ural bir şeyler okurdu bize. Kitabı onun vurgularıyla okudum farkında olmadan ve bu gerçekten çekilmez oluyordu.

Kitaba gelince: Köşe yazılarından mı oluşuyor bu kitap emin değlim, köşe yazarı mı aslında ondan da emin değilim ya neyse... Hani gazetelerde köşelere küçücük kutucuklara sığdırılan haberler vardır ya, İşte Ali ural o haberleri almış ve onları hikayeleştirmiş, bu hikayelerden günümüze, insanlığımıza pay çıkarmış ve bunu gerçekten çok güzel yapmış. Tek olumsuz tarafı bazen çok süslü konuşmuş, bu yüzden bazen ne dediğini anlamadım.

Tamam peki normalde bu kadar kötü anlatmam ama bu sefer beceremedim sanki, ama gerçekten nasıl anlatacağımı bimiyorum. Siz en iyisi aşağıdaki yazıyı okuyun, sonra gidin kitabı okuyun.

***


-Çocuğunuzun şikayeti nedir ?
-Ağlamıyor!!

Doktor çocuğun annesine 'Herkes ağlayan çocuğunu getiriyor! Sen niye geldin!' demedi.Ağlayamamanın ağlamaktan daha önemli bir belirti olduğunu bildi.Küçük bedenin her milimetre karesinin fotoğrafını çekip, onlarca test ve tahlil yaptırdıktan sonra üzgün bir ifadeyle 'Beşinci Tip Kalıtsal Duyusal Otonom Nöropati!' dedi.

Bir hastalığın adının dahi hasta yakınının ruhunda fırtınalar kopardığını hangi doktor bilebilir! Keşke hastalıkla
rın çözümsüzlüğü çağrıştıran karmaşık adları olmasaydı. Keşke üç yaşındaki kız çocuğu Gabby Gingras, düşünce ağlasaydı.

Elini, dilini çiğneyip kanatan, plastik oyuncaklarını ısırırken dişlerini koparan, gözlerine soktuğu parmağıyla korneasını yırtan Amerikalı Gabby Gingras tedavisi olmayan hastalığı yüzünden acı duymuyor, beynine ağrı sinyali gitmediği için kendine zarar veriyordu.ABD'de aynı hastalığı çeken bir çocuk, elini sobanın üzerine koymuş, annesinin duyduğu et kokusuyla yanmaktan kurtulmuştu.

Ateşin yakıcı etkisini hiç tatmamış bir çocuk doğal olarak ateşten korkmuyordu.Yandığı zaman ağrı duymuyor ya da ne duyduğunu anlamıyordu.Serbest sinir uçlarından çıkan uyarılar, sinir lifleri aracılığla omuriliğe iletilebilseydi, ağrı treni istasyona varacak, çocuk yanan elini sobadan çekecekti.

Ey kutsal ağrı!

Saklandığın yerden çık! Yalnız kendimizi değil, çevremizi de yakıp yıkıyoruz! biz acı duymayanlar ahalisi, akan kanımızı boş gözlerle, bir nehir gibi seyrediyor, kopan ayağımıza vitrinlerden ayakkabı beğeniyoruz.

Ey kutsal ağrı!

Biz böyle olsun istememiştik. Canımız yanmasın diye ektiğimiz haşhaş tarlaları üzerinde, binlerce çıngıraklı yılanın dolaştığı, ama çıt çıkarmayan saraylar inşa ettik. Ağrımayan başımıza, ışıldamayan binlerce gözle süslenmiş taçlar giydik. Mazlumların seslerini yalıtmak için, ahşap pencerelerimizi plastik pencerelerle değiştirdik.

Ey kutsal ağrı!

En büyük ağırlıkları taşımamızı sağlayan derin,t uzlu suda yüzmek için daha ne bekliyorsun! Suyun kaldırma gücünü artıran tuz değil mi? Tuzlu, yani acı suda yüzebilir, ruhun ve bedenin dünya tartılarıyla ölçülemeyen ağırlıklarını o saydam gemiye yükleyebilirsin.

Ey kutsal ağrı!

Sor en son ne zaman ağladık! Her gün ama her gün gazetelerimizin sayfalarını yakmayan o soğuk ateşlerle, bedenimizin ve ruhumuzun duyarlılığını nasılda kundakladık! Artık hiçbir cinnet, cinayet, gasp, tecavüz ve işkence etkilemiyor bizi Komşumuzun evinden yükselen alevler dokunmuyor evlerimize. Madenciler yerin yüzlerce altından cevherleri çıkarta dursun, hiçbir haksızlık gözümüzden bir damla yaş çıkartamıyor.

Ey kutsal ağrı!

Gel ve sessizliğimizi boz. Kulakları sağır etsin çınlayan sesin! Başımızdaki tacımızı ağrıdan bir çelenkle değiştir!

...

Çocuk ellerini sobanın üzerine koymuş, annesinin duyduğu et kokusuyla yanmaktan kurtulmuştu.
Acı çekmeye başlamazsak yanmaktan kurtulamayacağız.

A.Ali Ural / Makyaj Yapan Ölüler








3 Eylül 2012 Pazartesi

off hayat çok zor



Bu gün bir şey oldu. Abim bizi üzdü. Elinde olmayan sebeplerden dolayı belki de...

Bilmiyorum...

Ben de ona bizi üzdüğünü ve bunu yapmamasını belirttim. O da bunun kendi elinde olmadığını, kendisinin de üzgün olduğunu belirtti.

Evet gerçekten üzgündü. Benimle konuşurken yüzünde bezgin bir ifade vardı. Çiğdem diyordu ben konuşurken

"çiğdem... çiğdem... çiğdem..."

ama ben konuşmaya devam ettim

"ben farkında değil miyim, o yüzden moralim bozuk, o yüzden böyle çıkıp gidiyorum."

Şimdi bu daha çok üzdü

Abilerimi üzgün görmekten hoşlanmıyorum, buna dayanamıyorum

Arada kaldığını anladım, arada kalmak çok kötü bir şey. İnsana kendini berbat hissettirir.

İnsan bazen kırmakla kırılmak arasında kalır. Ben bu gün kırmayı tercih ettim. Şİmdi haklı olduğum halde vicdan azabı çekiyorum.

Ama abim hem kırmakla kırılmak arasında, hem de ne yaparsa yapsın kıracağı birileri olacağı için hangi tarafı kırıp kırmayacağı arasında kalmış.

Kendi doğrularını orataya koymasını, kötü adam olmayı göze almasını istiyorum. Kimseye karşı değil kendine karşı dimdik olsun istiyorum.

Abim seni seviyorum. Ve hep böyle mütevazi gülümse istiyorum.




28 Ağustos 2012 Salı

nişanlılıkla ilgili...

Alyans takılırken bir de nişanlı olma kılavuzu verilmeli gelinlere.

İçinde ne zaman ne yapılması gerektiğiyle ilgili prosedürler olmalı,

Zira çok karışıyor insanın kafası.


Daha önce şu yazımda çok güzel şeyler söylemişim bu durumla ilgili :)
Biraz da olumsuz daha doğrusu insanın yani aslında gelinin kendini garip hissettiği durumlardan bahsedelim.

Yukarıda da dediğim gibi bazen çok karışıyor. Sadece kafa değil, her şey...

Kendini ne bu aileye ait hissediyorsun, ne o aileye. Bazen karşı tarafla yakınlaşıyorsun ve aileni dışladığın hissine kapılıyorsun, işin kötüsü hissediyorlar da. Bazen karşı tarafa bir adım atmıyorsun ve kendini sorumsuz, ilgisiz kötü hissediyorsun.

Bazen karşı taraf sadece seninle ilgileniyor ve ailen kendini dışlanmış hissediyor.
Oysa bazen ailen de sadece damatla ilgileniyor ve diğer aileyi dışlıyor.
Normal olan bu olduğu halde, sen bunun için çaresiz hissediyorsun.


Bir yandan ailene, onların hep özel olduğunu, hiç ihmal edilmeyeceklerini ve bu evden çıksan bile ilginin alakanın kesintisiz devam edeceğini hissettirmek, bir yandan karşı tarafa onları benimsediğini, sahiplendiğini, sevdiğini, saydığını ve kendi ailene ettiğin muameleyle muamele edeceğini hissettirmek... Bunlar gerçekten zor şeyler.


Bazen sen geleneksel kılıfa uymaya çalışıyorsun. Öyle olmaya çalıştıkça sen sen olmaktan çıkıyorsun, kapana kısılıyorsun.

Bazen kendini çaresizce sevdirmeye çalışıyorsun. Bu yüzden kendine saygını yitiriyorsun ve sen de kendini sevmemeye başlıyorsun. Çırpındıkça daha beter dibe batıyorsun.

Tanımadığın insanlara karışıyorsun, yargılar oluşturuyorsun şahıslarla ilgili. Bazen hayal kırıklığı yaşıyorsun, bazen ummadığın iyiliği buluyorsun.


Tüm bu zorluklar orta yolu bulmaktan kaynaklanıyor tabi. Bu durumu atlatmış insanlara bakıyorum. Kimse bunlardan bahsetmemişti. Bazı arkadaşlarım baştan karşı tarafla ilişiğini kesmiş, dolayısıyla çabalamıyor. Bazılarında mesafeler var eşit yakınlıkta değiller zaten. Bazılarındaysa nişan-söz dönemi kısa sürmüş bunları yaşayacak zamanı olmamış.


Ama ben yaşıyorum,

ve ben kendimden vazgeçmek istemiyorum

9 Ağustos 2012 Perşembe

Amr Diab - Osad Einy (Cover By Alaa Wardi)


müzik ve ses mühendisliği diye bir bölüm varmış dünyada bir yerlerde böyle öğrencileri olan

22 Temmuz 2012 Pazar

ben köleyim

bu filmi izleyin

filmin akıcılığı ve sahneleri aman aman değil

ama konusu itibariyle güzel farklı bir soluk
kendinizi verirseniz sıkılmazsınız

ben zevk alarak izledim

filmi izlerken kafamda Bilali Habeşinin sözleri yankılandı

"özgürlük aklındadır
özgürlük kalbindedir
özgürlük ruhundadır
onların sen köle olduğuna inandırmalarına izin verme"


 film sudanda kabile saldırılarından birinde esir alınan kızlardan maria'nın köle olarak satılmasını ve geri kalanı anlatıyor

 filmde kötü var, kötünün daha az kötüsü de var.
filmde iyi ver, biraz daha iyisi de var.

ama filmde bir baba var kızını aramaktan hiç vazgeçmeyen, onu koruma sözünü tutmaya devam eden, çaresizliğin onu ümitsizleştirmesine, güçsüzleştirmesine izin vermeyen, güçlü, çok güçlü bir baba var

bir de siyah tenlilerin yüzlerinde ki o vahşi asalete bir kez daha hayran kaldım
Rabbim güzel yaratıyor



12 Temmuz 2012 Perşembe

eyy

problem nerde kalbim?
ben sana demedim mi göğüs kafesimin arkasında dur çıkma bir yere diye?
iki kahkaha attın diye güçlü mü sandın kendini, kırılmaz mısın sandın?
sen mi beni dinlemiyorsun da gidip kendini kırdırıyorsun?
yoksa ben mi sana sahip çıkamıyorum?

ey aklım senin suçun mu bu?
niye gittin uzaklara?
gelmek için hala neyi bekliyorsun?



11 Temmuz 2012 Çarşamba

desinler


ablamlar ve bizim ev

Bu haftasonu yeğenim evleniyor. Dün akşam imam nıkahları kıyıldı. Ablamlar gelini memleketten aldılar. Biz hiç görmedik. Gelini merak ettiğimiz için dün bizlerde onlardaydık. Nikah kıyıldı, yemekler yendi, çaylar içildi. Biz de mutfaktayız.
 Bir ara yeğenim hatice
-teyze bi saniye dedem babama kızıyo, dedi biz içeri kulak kabarttık. Evet kızıp birşeyler söylüyordu normalde onun kadar fevri olan eniştem cevap vermiyordu ama.
 benim ablam amcamın oğluyla evlendi. yani eniştem amcamın oğlu oluyor aynı zamanda. Amcam 80 küsür yaşında herşeye karışan, herşeyi ben bilirim diyen bir adam. Tam bir "karakter".  
 Eniştem de tam bir "karakterdir". Onu anatamam bile :) Nişanlım onun için "renkli bir kişilik" diyor. Laz fıkrası gibidir.
 Her iki "karakter" pek anlaşamaz


 Hatta bu gelini istemeye gittiklerinde de memlekette ikisi tartışmış. Amcam herşeye karışıyormuş ve eniştem ona karışmamasını ve bunun onun değil kendi meselesi olduğunu söylemiş. Sonra tartımışlar. Toplum içinde biraraya geldiklerinde 80 küsürlük amcam gidip kapının önüne ayakkabıların önüne oturmuş. Akrabalar ne yapıp etmişlerse de içeriye koltuklara yada minderlere oturtamamışlar.
 -yok yok ben gelmem, oturmam oraya, benim yerim burasıdır, kapının önüdür. çocuklarım beni buraya atmışlar, demiş. 


neyse dün de yine böyle gelinin ailesi bizimkiler bir aradaymış. Olay bitince gelinin ailesi de kendi akrabalarının evine yatmaya gittiler. Erkekler de aşağıya kadar uğurladılar. Eniştemin yukarı salona çıkmasıyla hararetli hararetli  bağıra çağıra konuşması bir oldu. Kavga var sandık hepimiz kadınlar da salona geçtik. İçerde eniştem, amcamın diğer oğlu, amcamın eşi, damat olan yeğenim ve abim vardı. Başka kadınlar, kızlar ablam ve ben de gittik.  Öyle bağırarak konuşuyordu ki. Hararet basmıştı eniştemi; gömleğimin önünü açmış, pantolonlarını sıvamıştı. Kiminle kavga ettiğini anlamaya çalıştım. Söylediği tek kelimeyi anlmadım ama amcamla bişeyler olduğunu anladım. Ben yeğenlerim tevrat ve haticeyle yanyanaydım. İlk başta problemin bende olduğunu sandım ama baktım kızlarda şaşkın şaşkın bakıyorlar ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Biran hatice anladım dedi. ve dışarı çıktı. Ne olduğunu anlamayan benle tevrat da peşinden çıktık.


-hani teyze ben sana dedim değil mi dede babama bişeyler söylüyor diye.
-evet
-işte onunla ilgili bir kavga galiba
-tamam da aşağıda ne olmuş
-onu anlamadım
-tevrat sen anladın mı
-yoo ben de anlamıyorum ne dediklerini


yanlış anlaşılmasın onlar farkı bir dil konuşmuyorlardı. bizim anadilimiz olan ve anlayıp konuşabildiğimiz zazacayla konuşuyorlardı. Ama biz eniştemden hiçbir şey anlamıyorduk. Geri içeri girdiğimizde herkes oturmuştu. Amcamın eşi hariç. Ki o da amcam ve eniştem gibi tam bir "karakter"dir.


Gerçek adı sakine ama adını kısaltıp sako diyorlar. Sülalenin en büyüğünden en küçüğüne torunların akadar herkes ona sako der. O da 80li yaşlarda olduğu halde benden çok daha sağlıklıdır. Asla uzaktan konuşmaz kiminle konuşuyorsa yanına gelir eğilerek neredeyse kulağına konuşur. Çok rahat bir şekilde hiç kendini kasmadan konuşur. Kızdığında bile hafif gülümser. Dün de yine öyle herkes otururyorken bir tek o ayaktaydı ve eniştemle konuştuğu içinde tam onun önündeydi. diğer oğluyla konutuğunda onun önüne giderek konuşuyordu.
 Konuşma daha çok eniştem, sako, ve amcamın diğer oğlu kemal amca tarafından geçiyordu. Eniştem çok hızlı ve bağırarak konuştuğu için kimse anlamıyordu. sako sadece konuştuğu kişiyi muhattap alacak şekilde, sessizce konuştuğu için anlaşılmıyordu. Kemal amca konuştuğundaysa cümlesinin sadece ilk bir kaç kelimesini anlıyorduk çünkü geri kalanında kahkahaya boğuluyordu. Hiç kimse onların ne dediğini tam olarak anlamıyordu ama çok ilginç bir şekilde o üçü birbirini anlıyordu.

 Bütün bunlar olurken abim necatiyle, yeğenim mesut bir arada her söylenen gülüp dalga geçiyorlardı. Diğer kadınlar ve ablam arada bir şeyler söylüyordu. Ben hatice ve tevrat bir yerde erman şansal ve alişen gibi krtik yapıyorduk .

anladıklarımı yazayım

 Eniştem diyordu ki
-wallahi de billahi de onun hiçbir evladı benim kadar kıymet vermiyor ona benim kadar. Benim kadar düşünmüyor, benim kadar değer vermiyor ama o bana kıymet vermiyor. Yalan mı? diye sordu erkek kardeşine. O da:
-doğru ama düşün bir inek bir kovayı dolduracak kadar süt verir ama tekme atıp o sütü döker işte sen öylesin

dedi. Ve tevrat bana dönüp işte bu çok güzel bir laf dedi. Ki gerçekten öyleydi. O söz güzel muhabbetin ne kadar önemli olduğunu anlatyordu ki. O kısacık anda pek çok şeyi anlamama yardımcı oldu. O söz için ayrıca uzun bir yazı bile yazabilirim.

 olaylar sakinleşti ve konu amcama ve onun tavırlarına geldi. amcamlar gecen seneye kadar köyde yaşıyorlardı bu sene buraya taşındılar. Eniştemlerinde beyazıtta çay ocakları var Amcam evde sıkıldığı için hergün onların yanına gidiyormuş. Eniştemler bu durumdan rahatsız. Ona ithafen diyor ki

-Oradaki kadınların hepsi turist. Hepsi çıplak hatta çırılçıplak. Sen hacı adamsın ne işin var orda. Gelip yanına oturuyorlar onlar ayıp bilmez ki. Rahatsız da oluyorsun. Otur burda camide sana uygun yaşlı hiç mi yok?

yengem sako
-geliyo geliyo ne olmuş 2 bardak çay veriyosun zoruna mı gidiyor.
-alakası yok. tamam sen de gel ama onu tek gönderme, sen de onunla gel.
-gelmem ben. benim saçım beyazlamış ne işim var çıplak kadınların yanında
-o zaman onun ne işi var? Suphi (orada çalışan bi akraba) bile diyor ki amca bu kadınlara bakmaya mı geliyor acaba

ablam dayanamadı dedi ki
-bana sorarsanız o orda diye senle suphi rahat rahat bakamıyorsunuz ondan adamdan rahatsız oluyorsunuz

bunun üzerine eniştem öyle güldü ki bunun doğru olduğuna inandım :)


yine eniştem amcamın ona karşı çok sert davrandığını anlatıyor
-mesela gecen gün geldi. Açtır diye kalktım yemek hazırladım tepsiye koydum önüne götürdüm. tepsiyi eliyle itti kızarak dedi ki "ben oruçluyum sen bilmiyor musun?" işte böyle davranıyor bana.
Kemal amca:
-peki sen ona ne dedin, sanki sen Allah kabul etsin dedin, sen de ona bağırdın "ne bilim ben aç olduğunu elimi mi ağzına sokmuşum?


 Bunlar olurken bizler hala esas mevzuunun ne olduğunu anlamamıştık. Bir tek de biz anlamamıştık galiba çünkü diğer herkes lafa karışıp bişeyler söylüyordu. Ablam dışarı çıkınca biz tamam dedik ondan öğreniriz ne olduğunu

-abla ne olmuş mesele ne?
-hiçbir fikrim yok, ne dediklerini ben de anlamadım

sonunda biz esas mevzuuyu aslında kimsenin anlamadığına kanaat getirip konuyu araştırmayı bıraktık.

ben mesut ve necati bizim eve geçmeye karar verdik. arabada mesut diyor ki?
-İşte bizim ev her akşam böyle curcuna . Çoğunlukla ne dediklerini anlamıyorum ya susuyorum yada evet evet diyorum :)

sormadım bile o da anlamamış.


Sonra bizim eve geçtik  Ablamların evinin tam tersi sessiz, herkes kendi köşesinde ya tv izliyo, ya bilgisayarda. Kimse ortak bir şey yapmıyor herkes bireysel.  O zaman anladım neden onların sürekli bizim eve gelmek istediklerini bizim evin de neden sürekli onlara gitmek istedikleğini. Çünkü biz onlara gittiğimizde eğleniyoruz, onlar bize geldiklerinde dinleniyorlar.


uyusam

öff

son zamanlarda çok yalnız hissediyorum kendimi.
insanlarla iletişim kurmakta daha önce hiç bu kadar zorlanmamıştım.
benim mi onlarla problemim var onların mı benimle bilemiyorum.

çok bunaldım gitmek istiyorum buralardan
hiç kimsenin olmadığı bir yere




uyusam uyandırmasalar



8 Temmuz 2012 Pazar

medya


 Değişmek iyi midir, kötü müdür?
 Kişilik olarak diyorum.

 Ben değişmeyi hiç sevmedim. Oldum olası o kelimeden hiç hoşlanmadım. Bazen insanlar bana değiştiğimi söylediklerinde de, olumlu anlamda söylüyor olsalar dahi bundan hoşlanmam. Kötü yönlerim var tabi ki farkındayım elbette ama kendimi o şekilde kabul edip seviyorum.

 Ben kendimden memnunum. Kusursuz olmayacağımı biliyorum ve olan kusurlarımın da aşırı olmaması beni rahatlatıyor. Ki bana göre bir insanı diğerlerinden ayıran en büyük özellikleri olumlu taraflarında çok olumsuz taraflarıdır.

 Mesela ben rahat bir insanımdır. Hayatı doğal akışıyla yaşamaktan rahatsız olmam. Hırslı değilimdir. Örneğin istediğim bir ayakkabıyı almıyorsam kendimi kahretmem, alternatiflere bakarım. Hiç yolu yoksa bile üzmem kendimi, arkada bırakırım. Onlar olmadan da yaşayabileceğimi biliyorum çünkü. Buraya kadar olumlu bir özellik olarak görünse de beraberin de olumsuz taraflar taşır. Benim bu rahatlığım çabuk vazgeçen bir yapıyı getiriyor.

 İlişkilerimde de böyleyimdir. Biriyle problem yaşamaya başlamışsam, çıkmaza girdiysem ve o insanla olan ilişkim beni üzüyorsa daha doğrusu gururum inciniyorsa. Kendimi korumak adına o kişiyle ilişkimi koparırım. Çekip giderim. 

 Çok çabuk bağlanmam insanlara, insanlara hayatımda çok büyük yer vermem. Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Mesela bazen insanların komşuları olur, severlerse çok zamanlarını onlarla geçirirler en yakınları olur. Mesela okula giderler arkadaşları olur severler ve okul bitene kadar ya da araları bozulana kadar tüm zamanlarını geçirirler. Mesela çalışmaya başlarlar iş arkadaşları olur ve tüm planlarını onlarla yaparlar. Bir  zamanlar ben de böyleydim. Çok yakın iki arkadaşım vardı. Onlarla beraberdim her zaman. Evim onlardan uzaklaştığında kendimi kaybettim. Bu sefer tüm zamanımı telefonda konuşarak geçirmeye başladım. 
 Sonra bazı şeyler oldu. Fikirlerim değişti ve benim bir ortamdan kopmam gerekiyordu. O arkadaşlarımdan biri benimle gelmeye razıydı ama diğeri değildi ki inatçı biriydi. Ben hiç mücadele etmedim. Ona o ortamdan uzaklaşmak için senden de uzaklaşmam lazım dedim ve bir daha da görüşmedim onunla. Aradan epey zaman geçti ve ben o ortama bir daha girmeyeceğimden emin olduğumda o arkadaşımın çağrılarına cevap verdim. Neyse ki o arkadaşım bağışlayıcı bir kızdı ve her zaman beni sevdi. Bu şekilde onunla arkadaşlığımız kurtuldu.

 Diğer arkadaşım çok eğlenceli ama bir o kadar da sivri çıkışları olan bir kızdı. Arada bir depresyona girer ortalığı yakıp yıkardı. Öyle zamanlarda benden de uzaklaşırdı. Benimle hiç bir şeyini paylaşmaz, ben aramadan o aramaz, evime gelmez, görüşme taleplerimi bir şekilde savurur, agresifleşir, kabalaşır ve kırıcı sözler söylerdi. Ben hiç bir şey olmamış gibi davranamazdım, kavga da ederdim, onunla arkadaşlığımdan şüpheye düştüğümü söylerdim. Çok alttan alamazdım ama sabrederdim. Fakat sonra o hiç ortada olmayan arkadaşlar bulur bir anda onlarla yakınlaşır ve en yakını olduğunu sandığım bana değil onlarla paylaşırdı pek çok şeyini. Ben bunu farkettiğimde en çok gururum o zaman kırılırdı. O zaman anlardım ki depresyonda değil sadece benden sıkılmış ortamını değiştirmek istiyor ve ben sülük gibi ona yapışmışım. Sonra da bir şey bardağı taşıran son damla olurdu ve ben artık bundan böyle onunla görüşmek istemediğimi söylerdim.O da mücadele etmezdi. Çünkü en az benim kadar gururluydu.

 Aradan birkaç ay zaman geçerdi ve o bir şekilde bana ulaşırdı. O zamana kadar ben de sakinleşmiş hatta özlemiş olurdum, özür diler hatalı olduğunu söylerdi. Yine eskisi gibi olurduk.
 Biz biraz büyüdük, ben 20, o 21 oldu. O emin olmadığı biriyle ailesinin emri vakisiyle imam nikahıyla nişanlandı. Ve tabi ki düğün telaşı başladı. Dediğim gibi o o adamla evlenme konusunda kararsızdı ve yine depresyona girdi. Yine biz de aynı şeyleri yaşadık. 

 Aradan yıllar geçti ve hala görüşmüyoruz. 9 yıllık arkadaşlığımız bitti

 Ondan sonra ben insanlarla bir daha o kadar bağlanmadım hiç. Çünkü birilerine bağlandığımda, bunun ben de kötü alışkanlıklar gibi bağımlılık yarattığını öğrendim. Sonra da kalbimin kırıldığının. 

 Ama bu sene bunu unuttum. Ben yine aynı hataya düştüm, yine birilerine bağlandım, bağlanmam gereken birine. Şimdi yine aynı durumdayım. Ama bu kez herşey daha zor. 

 Sabretmek istiyorum ama bu benden çok şey alıyor. 
 Şimdi ben kendimle o kadar çok çelişiyorum ki. 
 Bir anım diğerine uymuyor. Parçalanıyorum.
 Kendime olan saygım gittikçe azalıyor. 
 Başka şeylere sahip çıkmak adına kendimden vazgeçiyorum.
 Gururumu kaybediyorum
 Ve şimdi bu yazıyı bitirirken
 tükendiğimi
 ümidimi kaybettiği hissediyorum

2 Temmuz 2012 Pazartesi

namaz


bugün öyle zor bir günkü benim için

öyle korkuyorum ki
öyle çaresizim ki
öyle kolum kanadım kırık ki

Rabbim kul olduğumu hatırlatıyor

herşeyin O'nun elinde olduğunu...

hatırladım elh

insan böyle zamanlarda daha çok sığınıyor ya Rabbine, benim de öyle oldu

yatsı namazını uzun zamandır böyle özene bezene huşuyla, ihlasla kılmadım

öyle dalgındım ki, birkaç kez farzı 4 rekatta değil 2 rekatta bitirdim
tekrar tekrar kıldım
nihayet vitri de kıldım, hatta bu gün kaçırdığım bir vaktin kazasını da kıldım

son rekatta bitirmek üzereyken aklıma bişey geldi:

abdestsizim


1 Temmuz 2012 Pazar

niye?

sana mutsuzluk veren birinin peşinden gitmeye niye devam edersin ki?

niye acı çekmekten vazgeçmezsin?

sevdiğin için mi?
ya o sevgini çiğniyorsa?

hayatımdan çık demenin kaç farklı yolu vardır?

mesela seni aramıyorsa,
mesela sana cevap vermiyorsa,
en önemlisi sana seninle karşılık vermiyorsa...

peki sen bu iki kelimeyi duymadan çıkmayacak mısın?

ama ya öyle demiyorsa?





26 Haziran 2012 Salı

ayat ayat cinta

 endonezya yapımı mı mısır yapımı mı emin olmadığım bir film

 güzel değişik bir film

farklı bir nefes

Fahri: endonezyadan mısıra el-ezherde okumak için gelen genç. Tüm kızların gözdesi herkesin sevgilisi :)
 Ruh arkadaşını bulunca onunla evleniyor diğer tüm kızları kahrettiğini bilmeden.
 Fakat daha önce yardım ettiği biş başka kız tarafından iftiraya uğryınca tüm hayatı altüst oluyor.

Ayşa: Fahrinin eşi. Ona aşık olarak evleniyor. Fakat bir ay sonra eşi tecavüz suçundan tutuklanıyor. Eşi hakkında aslında hiç birşey bilmediğini farkedince şüpheye düşüyor  fakat daha sonra toparlanıp eşini kurtarmak için herşeyi yapıyor. Öyle ki bir başkasıyla evelenmesini isteyecek kadar.

Maria: Mülüman mı Hristiyan mı anlamadığım sevimli kız. Ayşa onun için bir parçası müslüman diyor :) zararsız sevimli bir komşu kızı. Fahriye ölesiye aşık



Müslüman Gençler - Kardan Aydınlık

24 Haziran 2012 Pazar

"la"

diyorum ki;

müslümanın bir tavrı olmalı, bir duruşu olmalı

modern çağın beklentilerine karşı çıkabilmeli

"la" diyebilmeli
demeli

farkını ortaya koymalı
bir müslüman olarak islama değer vermeli, kendi müslüman kimliğine sahip çıkmalı

bir yeğenim var  yabancı hristiyan bir kızla net üzerinden konuşurken "oh my good" diyor
hristiyan kız onu uyarıyor
sen müslüman değil misin neden öyle söylüyorsun diye

işte böyle

öyle müslüman olduğu nüfus cüzdanlarında yazan insanlardan bahsetmiyorum ben
kitabı bilenlerden, islamı tanıyanlardan bahsediyorum ben. 
sosyal düzenin yanlışlarını bilenlerden.
neyin islam olmadığını bilen insanlardan bahsediyorum ben

bu müslüman erkeklerle kızlar dikkat etmeli kendilerine
kızlı erkekli gruplar halinde eğlenmemeli onlar
bu islamın kınadığı yasakladığı birşey


beraber gezmemeli, beraber oturup yemek yememeli,
oturup sohbet etmemeli
islam namahremle konuşmanın sınırlarını çok güzel belirlemiş
bunda keyfiyet hiç bir zaman yer almaz
özellikle müslüman erkekler namusu sayıp kendi aile eşrafının kadınlarını korumadan önce kendilerini korumalı
insan en başta kendinden sorumlu sonra ailesinden

kızlı erkekli hatıra fotoğrafları çektirmemeli
bir erkek yabancı bir kızın fotoğraf makinesine poz vermemeli
bir kız yabancı bir erkeğin fotoğraf makinesine poz vermemeli

birinin fotoğrafı yani sureti, yani hatırası
diğerinde olmamalı, işi yok
böyle yakın olmamalılar


20 Haziran 2012 Çarşamba

bu aralar ben

bu aralar ben ne yapıyorum ?

bu aralar ben nişanlandım :)

okul tatil oldu ilk dönem batırmış olsam da bu dönem gayet başarılıydım bence

peki okul bitince ne oldu ben tam ev kızı olmuşum, gelinlik kız olmuşum :)

etekler giyiyorum
ev gezmelerine gidiyorum
misafir alıyorum, komşular falan
yemekler tatlılar yapıyorum
temizlik yapıyorum
halı yıkıyorum
duvar siliyorum :)

eltimgillerle gidip geliyoruz :)
nişanlımla buluşuyorum

bazen garip geliyor

zaten bir aileye üyeyken başka bir aileye daha sahip olmak
ortada olmaya çalışmak, her iki ailenin özelini ayırmak

eltim demek, görümcem demek, kaynım demek
gelinimiz denmesi, eltim denmesii, yenge denmesi
bazen küçük çocuklar bazen kocaman adamlar yenge diyor
"çiğdem yenge" diyorlar
o kadar hoşuma gidiyor ki:)

kimse demiyo ama ben kendi kendime diyorum
- büyükmüş de yenge olmuş, büyümüş de elti olmuş :) demek ki ben hariç diğerleri büyüdüğümün farkındaymış


güzel ama çok güzel şeyler bunlar
karşına çıkan insanlar önemli tabi ama sevmek en önemlisi
karşılıklı sevmek ve saymak
gerisi kendiliğinden geliyor zaten

burdan tüm bekar kardeşlerime söylüyorum
bana kimse söylememişti
ben size söyliyim
sevince ve sevilince tüm bu evlilik hazırlıkları o kadar güzel ki,

gençlerin ailelerle tanışması
ailelerin tanışması
en başta gençleirn tanışması tabi :)
söz hazırlıkları 
nişan hazırlıkları
çeyiz hazırlıklar

akraba sahibi olma

en başta onu sevmek
onun seni sevmesi
onu kendine kendini ona ait hissetmen
tamamlanmış hissetmen

çok güzelmiş

geri kalan herkese "şiddetle" tavsiye ediyorum

düşünüyorum
hamdolsun yaa ben mutluyum
evet evet ben mutluyum


3 Haziran 2012 Pazar

KAŞ VE TÜY YOLMA, DÖVME YAPTIRMA, DİŞLERİ SEYRELTİP İNCELTME




“… şeytan dedi ki: ‘… onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler.” (Nisâ, 4/118-119) 

Abdullah b. Mes’ud’dan (r.a.) rivayet olunan ve yazımızın başlığında geçen üç meseleyi de içine alan hadis-i şerif şeyledir: 

“Leane’l-lâhü’l-vâşimâti ve’l-müstevşimâti, ve’n-nâmisaati ve’l-mütenemmisaati, ve’l-mütefellicâti li’l-hüsni’l-mğayyirâti halka’l-lâhi.” 


Meali: “Güzelleşmek (estetik) için dövme yapan ve yaptıran kadınlara, kaşlarından (yüzünden tüy) yolan ve yolduranlara, dişlerini seyreltip inceltenlere, böylece Allah’ın yarattığı şekli değiştirenlere Allah lânet etmiştir.” (Buhari, Sahih, Tefsir 4, Libas 82, 83, 84, 85-87; İbn Mace, Sünen, Nikâh 52; Dârimi, Sünen, İsti’zân 19; Ebû Davud, Sünen, Teraccul 5; Nesâi, Zinet 24-26; Müsned, 1, 415-434; Tirmizi, Sünen, Edeb 33;) 




Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) bu sözü, Benî Esed kabilesinden Ümmü Yâkup (asıl ismini tesbit edemedik) lakaplı bir kadının kulağına gelmiş. Ümmü Yâkup (r.anha) Kur’an-ı Kerimi okumayı biliyordu. Hemen hadisi rivayet eden Abdullah’a (r.a.) gelerek şöyle dedi: 


- Ne o senden kulağıma gelen söz! Sen, güzellik için Allah’ın hılkatini değiştirip dövme yapanlara-yaptıranlara, kaşından-yüzünden kıl yolan-yolduranlara, dişlerini törpületenlere lânet etmişsin. Hz. Abdullah da, 


- Rasûlüllah’ın (s.a.v.) lânet ettiklerine ben neden lânet etmiyecekmişim! Hem bu Allah’ın Kitabı’nda vardır, cevabını verdi. Kadın, 


- Yemin olsun, ben Mushaf’ın iki kapağı arasındakileri (Kur’an’ın tamamını) okudum; ama bunu bulamadım, (böyle bir şeye rastlamadım) dedi. Abdullah, 


- Hakikaten onu okudunsa, mutlaka bulmuşsundur. Allah azze ve celle, “Rasûl size ne getirdiyse-verdiyse onu alın, sizi neden nehyetti-yasakladı ise ondan da hemen sakının-vazgeçin”(Haşr suresi, 59/7 ) buyurmuştur, karşılığını verdi. Kadın, 


- Gerçekten şimdi ben, senin hanımının üzerinde bundan bir şey görüyorum, dedi. Abdullah, 


- Git de bak, cevabını verdi. Bu konuşmanın hemen ardından kadın, Abdullah’ın hanımının yanına girdi; fakat, (ileri sürdüğü hususlardan-vasıflardan) bir şey göremedi. Ve (tekrar) Abdullah’ın yanına gelerek, 


- Bir şey görmedim, dedi. Abdullah, 


- Bana bak, bu olsaydı biz onunla bir arada olamazdık, karşılığını verdi. (Müslim, Sahih, Libas 33, Hadis No: 120, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1978, 9, 510-511) 




Dilerseniz şimdi de hadis-i şerifte geçen tabirlerin tahliline gelelim. 


“Vâşimât”, vâşime’nin cem’idir (çoğulu). Vâşime, elinin üstüne, bileğine veya dudağına veşim yaptıran kadındır. Türkçemizde buna dövme diyoruz. Basit manada, iğne ve benzeri aletle cilt delinerek altına sürme ya da benzeri bir şey doldurulur. Böylece vücuttaki o bölge, kalıcı bir renk alır. Toplum içinde gördüğümüz, basında-medyada sıkça karşılaştığımız üzere bazıları kollarına, omuzlarına, sırtlarına, vücutlarının muhtelif yerlerine değişik şekiller, farklı hayvan resimleri bile nakşettirmektedirler. Halbuki dinimizce dövme, kadına da erkeğe de, yapana da yaptırana da haramdır. 


“Nâmisaat”, yüzden kıl yolan kadınlar demektir. “Mütenemmisaat” ise, yüzünün kılını yolduran kadınlar manasınadır. Âlimlerin açıklamalarına göre, kadınların yüzünde sakal ve bıyık biterse onları yolmak haram değil, bilakis müstehaptır. Fakat kaş, kirpik ve yüzün etrafından kıl yolmak ise haramdır. 


“Tefellüc”, güzelleşmek maksadıyla ön dişleri törpüleyerek aralarını açmak anlamınadır. Bu maksatla dişlerini törpületenlerle bu işi yapanlar (törpüleyenler), ortak haram işlemiş olurlar. Ancak bu ameliye, dişi tedavi yahut bir kusuru giderme maksadıyla yapılırsa günahı yoktur. 


Ümmü Yâkup namındaki kadının, hilkat (yaratılıştaki şekli) değiştirenlere Kur’an-ı Kerim’de lânet edildiğini görmedim demesi, Kur’an’da bunlara, doğrudan doğruya lânet bulunmadığındandır. Fakat Allah Teala Rasûlü’nün getirdiği her şeyi almak, yasakladığı her şeyi de bırakmak gerektiğini net bir şekilde açıklamıştır. Hadis-i şerifte söz konusu edilen fiilleri de Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) yasaklamış, yapanlara-yaptıranlara lânet okumuştur. Onun emir ve yasaklarına uymak Allah’ın emri olduğuna göre, Onun lânetledikleri de Allah nazarında mel’ûn olur. İşte bu durumu tesbit, talim ve telkin için Abdullah b. Mes’ûd (r.a.), kadına âyetle cevap vermiştir. 


Ayrıca Allah’ın yarattığı şekli değiştirenler zaten zalimlerdir. Zalimlere ise Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de açıkça lânet etmiş ve “Bilin ki, Allah”ın lâneti zalimlerin üzerinedir!” (Hud, 11/18.) “Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular” (Hud, 11/60.) buyurmuştur. Kadın Hz. Abdullah’tan bu susturucu cevabı alınca, bu sefer onun hanımının (Zeynep binti Abdullah’ın r.anha) da bu işleri yaptığını zannederek, ‘Senin hanımın da halen bu işleri yapıyor’ demişse de, Hz. Abdullah hanımının öyle bir şey yapmadığından emin olduğu için kadına, ‘Git bak’ demiş, neticede kadının zannettiği şeylerden hiç birinin yapılmadığı ortaya çıkmıştır. Hz. Abdullah’ın, ‘Bu olsaydı biz onunla bir arada olmazdık’ sözünün manası, ‘Böyle bir şey olsa, bir an bile kapısında tutmayıp boşayacağını’ anlatmaktır. 


Hasılı; güzelleşmek için fıtratı bozacak şekilde yapılan bu fiiller, dinimizce yasaklanmıştır. Bir başka ifadeyle; bunların haram olması, sırf güzelleşmek için yapılmış olmalarındandır. Esas itibariyle bir sağlık probleminden kurtulmak gibi bir şey söz konusu değildir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Allah o şeytana lânet etti. Ve o da, ‘Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım, onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de, hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah”ın yaratışını değiştirecekler’ dedi. Kim Allah”ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur. Şeytan onlara va’d eder ve onları boş umutlarla oyalar. Oysa şeytanın onlara va’di, aldatmadan başka bir şey değildir.”(Nisa, 4/118-120) 


Bu ayetlerden de anlıyoruz ki; tedavi maksatlı bir ihtiyaç yokken böyle bir şeyi yapmak, hem şeytanın maskarası olmaktır, hem de Allah’ın beğenerek yarattığı biçimi (fıtratı-hılkati) bozmaktır. Ayrıca İslâm’ın şiddetle yasakladığı isyan ve israf manasını da taşır. Malumdur ki bunların hepsi de haram olan şeylerdir. 


İmam Nevevi (rh.) demiştir ki; sakalı, bıyığı, alt dudakaltı tüyleri biten kadınların, bu tüyleri yolması lânetten müstesnadır, o çerçeveye girmez, hatta onun bunları yolması müstehaptır. (Münavi, Feyzu’l-Kadir, 5, 373.) 


İbn Hacer (rh.) ise, bunun kocasının iznine bağlı olduğunu ilave eder. Kaşı dışında tüy yolma-kazıma, tırnak törpüleme, kızıllama (ruj gibi) şeyler kocanın izni ile olursa caizdir; çünkü bunlar zinettirler. Kocasına karşı süslenmek anlamınadır. 


Taberi (rh.) şöyle bir rivayet nakleder: Güzelleşmeyi (makyajı) seven genç bir kadın Hz. Aişe validemize (r.anha) geldi ve, ‘kadın kocası için alnındaki tüyleri yolabilir mi?’ diye sordu. O da, ‘Seni rahatsız eden şeyleri giderebildiğin kadar gider’ dedi.(İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10, 378) 


Çünkü yapılan bu işlem, Allah’ın normal olarak yarattığı ve görmek istediği fıtratı, yaratılış biçimini değiştirmek değildir. Çeşitli rahatsızlıklardan dolayı bozulan kadınlık fıtratını düzeltmek manasını taşımaktadır. Kadın böylece, eğer istiyorsa kocasının süslenme arzusunu da yerine getirmiş olur. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bu da müstehaptır. Ayaklardaki anormal kılları yolmak için de aynı şey söylenebilir. Ancak bütün bunları kadın, başkalarına güzel görünmek maksadıyla değil, sadece kocası için yapacak; aksi takdirde haram olur. 


Son olarak şunu da belirtelim ki, fıtrata uygunluk için yapılan tüm ameliyatlar-tedaviler elbette ki caizdir, hatta islâm’ın emridir. Nitekim bir muharebede, sahabeden, burnu kesilen Afrece’ye (r.a.), Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), altından bir burun taktırmasını söylemiştir.(Tirmizi, Sünen, Libâs 31; Nesî, Sünen, Zinet 41)


Taberi (rh.) şöyle bir rivayet nakleder: Güzelleşmeyi (makyajı) seven genç bir kadın Hz. Aişe validemize (r.anha) geldi ve, ‘kadın kocası için alnındaki tüyleri yolabilir mi?’ diye sordu. O da, ‘Seni rahatsız eden şeyleri giderebildiğin kadar gider’ dedi.(İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 10, 378) 

Bahsettiğiniz konuda aynı şekilde hadislerde ki lafızların alimlerce aydınlatılması ile açıklanmıştır. Dikkat edildi ise ulema kadın için normal bir profilin tanımını yapmışlar ve bunun dışında kendisini rahatsız eden şeyleri gidermesini bu yolla Aişe validemiz tarafından tavsiye edilen şekline sokmuşlardır.

Tabi bu konuda delillerin iyice irdelenmesi ve kalbin yatışması son derece önemlidir. Mailikilerden bir görüş her ne durumda olursa olsun bu şeylere müdahalenin fıtrata müdahale olacağını yönündedir. Burada anlatılanlar -dikkat edilirse- FITRAT için bir tanım niteliğindedir. Yoksa eldeki deliller hemen hemen aynıdır.



Aynı şekilde Allah'ın yarattığını çirkin görmek kişinin kalbi küfürlerindendir. Bu bahsedilen konularda dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan birisi her ne şekilde olursa olsun kadınların bu işleri kendisini teşhir etmesi için yapacağı şeyler olması tamamen haramdır. Bu söylenenler Müslüman kadının kocası için yapacağı süsler kabilindendir. Eğer bu konuyu İslam tesettürü ile anlamaya çalışırsak daha iyi anlamamız mümkün olur çünkü bu konu kadının fıtratı anlatıldıktan sonra**** tesettür ile direk alakası olan bir konudur. Bu yazdıklarım kesinlikle herhangi bir konuda fetva değil benim okuduklarımdan anladıklarımdır. En Doğrusunu Allah bilir.


**** Burada bahsedilen (tanımı yapıldığı söylenen kadın fıtratına aykırılık teşkil eden tüyler) kadınlarda normalde olmayan fakat hormonel bozukluklar sebebi ile oluşan tüyler ile yapılan genellemedir. Aişe validemizin verdiği cevab ve uygulama da bu yöndedir. Kaşın kalınlığı ya da inceliği ise başkaca hadislerde yukarı kaldırılması gibi lafızlarla zaten yasaklanmıştır. 
**** Burada bahsedilen (tanımı yapıldığı söylenen kadın fıtratına aykırılık teşkil eden tüyler) kadınlarda normalde olmayan fakat hormonel bozukluklar sebebi ile oluşan tüyler ile yapılan genellemedir. Aişe validemizin verdiği cevab ve uygulama da bu yöndedir. Kaşın kalınlığı ya da inceliği ise başkaca hadislerde yukarı kaldırılması gibi lafızlarla zaten yasaklanmıştır. 




İbn Hacer (rh.) ise, bunun kocasının iznine bağlı olduğunu ilave eder. Kaşı dışında tüy yolma-kazıma, tırnak törpüleme, kızıllama (ruj gibi) şeyler kocanın izni ile olursa caizdir; çünkü bunlar zinettirler. Kocasına karşı süslenmek anlamınadır. 




8 Mart 2012 Perşembe

Ramazan Altıntaş "bütün yönleriyle cahiliyye"



  daha önce veba için 1 ay elimde süründü demiştim.

 oysa bununla ben de süründüm.

 kitap adından da anlaşılacağı üzere islam öncesi arap toplumunu anlatıyor
iyi düşünülmüş bir kitap aslında o sebeple bile okunmaya değer

ama

dili mi ağır diyim ben uzun zamandır salt bilgi veren islami içerikli kitap okumadığım için bana ağır mı geldi emin değilim.
okuyamadım bir türlü

bırakırsam bir daha okuyamam diye arada 3 kitap okudum.

ve sonunda bitirdim

kitap 3 bölümden oluşuyor

-cahiliyye kavramı
-dini hayat
-sosyal hayat

ilk bölüm çok fazla terim barındırdığından olsa gerek çok ağırdı
onu geçince gerisi pek ağır gelmiyor
hatta üçüncü bölüm gayet akıcıydı

"Muhammed Hamidullah'ın anlattığına göre hristiyanlar kendi kitapları incili incelemişler, aralarında iki yüz bin fark tesbit etmişler. 1934 yılında Münih Üniversitesi aynı incelemeyi kırk bin Kur'an nüshası üzerinde yapmıştır. Muhtelif zamanlarda yazılan Kur'an nüshaları toplanmış, atmış yıl süren bir çalışma sonucunda şu netice elde edilmiştir: Kur'an nüshaları arasında hiç bir fark yoktur."



7 Mart 2012 Çarşamba

kule soygunu



bunu izleyin 

imdb puanı 6.3 ama bence düşük vermişler.  ailece izlenecek eğlenceli bir film :)
o kadın ajandan da hiç hoşlanmadım ve nedense kötü adamın yüzünde ki o hüzünlü ifade beni cidden etkiledi.
 :(masum olsun istemiştim


4 Mart 2012 Pazar

abartma


bazen heryeri karanlık görürsün

herşey karabasana dönüşür

için sıkılır, daralırsın, mahvolursun

cehenneme çevirirsin dünyanı
yetmez başkalarına da çevirirsin

sonra biri gelir
ki bu ak sakallı dede değildir
hızır da değildir

ufak bir açıklama yapar
her şeyi aydınlatır
her yeri ferahlatır

dünyan yine cennetten bir parça olur

sonra dersin kendi kendine

amaaan ne abartıyormuşum bazı şeyleri bende yaaa




2 Mart 2012 Cuma

çıkmaz


 bazen konuşursun ve insanlar dinleyince sen anladıklarını sanırsın. için rahat bir şekilde yola devam edersin. sonra bir gün konu tekrar açılır ve öyle bir şey söylerler ki  karşındakinin aslında hiç bir şey almadığını boş konuştuğunu farkedersin. kocaman bir boşluk hissedersin karnında

 şu anda hiç olmak istemediğim, hiç olmayacağımı sandığım bir konumdayım. kendimi küçük hissediyorum. aslında orda değilim ama insnaların beni kafalarında yerleştirdikleri bir pozisyon bu.

 aynaya baktığında yada fotoğraf çekilince kendini sandığın yerde değil de nefret ettiğin yerde görmek gibi bu. çok şaşkınım. biraz da hayal kırıklığı var

 bu durumu değiştirmek için yapabileceğim hiç bir şey yok. yapabileceğim tek şey kendimi anlatmaktı ama onu da yaptım ve işe yaramadığını aylar sonra gördüm. zaten karşındaki de aynı lafları tekrar tekrar dinlemek istemiyor. susup teslim olmaktan başka yapabileceğim bir şey yok

 kızgınım. beni bu durumu sevdiğim insanlar getirdi. benim adıma benim olmayan laflarla konuştular. sonuç da bana mal oldu. kızamıyorum çünkü beni koruma içgüdüsüyle yaptılar. durduramadım da çünkü olaylar benim dışımda gelişti ve ben tüm olanları sonradan öğrendim. 
 korkularım, endişelerim vardı. bundan sıyrılamayacağımı biliyordum o yüzden kaçmak istedim en başından vazgeçtim ben ama bir şekilde durdum. korkularım, endişelerim giderildi ama şimdi geldiğim noktada maalesef karşılaşmaya başladım.

 normalde öfkemi kendime yönlendirirdim. ama bu kez kendime kızacak bir şey bulamıyorum. gerçekten bu kez belki de hiç olmadığım kadar dürüst davrandım herkese karşı

ve elimde yalnızca bu keder var

 o yüzden şimdi haksızlığa uğramış hissediyorum kendimi ve bunu kimin yaptığını bile bilemeyecek bir çıkmazın içindeyim

22 Şubat 2012 Çarşamba

30 Ocak 2012 Pazartesi

yanlislar... insanlar...

 Bazen biri seninle ilgili konuşur ya ondan nefret edersin. Sonra oturur söylediği şeyi düşünürsün. Aslında kızdığın senin hakkında konuşması değil senin hakkında kötü konuşmasıdır. Eğer söylediği şey doğruysa ya da gerçeğe dayanıyorsa öfkeni yöneltirsin. Kendine kızarsın. Düzeltmek istersin, çaba sarfedersin, kimbilir belki düzeltebilirsin.

 İşte buraya kadar sağlıklı ilerlemişsen şerden hayır çıkarırsın. Ama senin yanlış yapman da herkese, her kişiye seni eleştirme, hakkında konuşma hakkı vermez.

 İnsan kim olduğunu bilmeli, nerde durması gerektiğini, haddini, sınırlarını... İns olarak yücelmek istiyorsa, beşer olarak kalmak istemiyorsa sıfatlarına dikkat etmeli.

 Alllah bizi korusun, Allah bize "insan" olabilmeyi nasip etsin.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...